“VATANIM KIRIM” -II-




Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi’nin Ardından...


Nazım Muradov


Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC 


TC Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Bakanlığı, İstanbul Üniversitesi, Dersaadet Kültür Platformu, KASEM (Kadim Stratejiler Encümeni Merkezi) ve TESAM’ın (Ekonomik Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi – Center for Economic Political and Strategic Researsh) 15-16 Mayıs 2015 tarihlerinde ortaklaşa düzenlediği ve ikinci ayağının da içinde bulunduğumuz yılın Eylül ayında Romanya’da düzenleneceği Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi 15 Mayıs 2015 tarihinde Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde , 2.GÜNÜ İSE 16 Mayıs 2015 tarihinde Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşti. Şehir ve Kültür Dergimizin 10.sayısında Kongrenin ilk günü proğramların bir kısmını özetlemeye çalıştık, bu sayımızda Kongrenin devam eden oturumlarının özetlerini vermekle bu çok önemli faaliyetin neticelerini vermek istiyorum.


2.Oturumun ilk konuşmacısı Akdem Celilov’un Kırımdaki Çeşmeleri anlattığı tebliğinden sonra,Oturum Başkanı Gürdoğan, Sezai Karakoç’un “Çeşmeler elleri temizler, şairler ruhları” dizesiyle A. Celilov’a teşekkür etti ve sözü ikinci konuşmacıya bıraktı. 


Prof. Dr. İsmail Kerimov “XIX. Yy. Sonu – XX. Yy. Başında Kırım Türkçesi Kitapların Katalogları” başlıklı bildirisinde konuya geçmeden önce 1944’te Kırım’da geçen bir iki ilginç olaya da değindi ve ana hatlarıyla şunları söyledi: 11 yaşında bir çocuk olan Sudaklı Rüstem Ali, açlıktan ölmek haline geliyor. Karşısında da aç bir çakal var, çocuğu yemek istiyor. Çakal, Rüstem’e yaklaşıyor ve Rüstem ani bir hareketle elini çakalın ağzına sokarak dilini çıkarıyor ve yiyor. Üç gün morgda kaldıktan sonra kendine geliyor. Bugün de sağdır…; 1944 soykırımında Kırım-Tatar sürgününe maruz kalanların %46,2’si öldü; 1944 olayları bir genosiddir (soykırımdır); Gaspıralı’nın birkaç sözü üzerinde duracağım; Gaspıralı ‘umumî lisan-ı milli’ diyordu, işte ortak bir dilimiz olmadığı için başımıza bu işler geliyor; Gaspıralı, bir eğitimci olarak diplomatik hamleler yapıyordu, mesela Zincirli Medrese’de çalışırken ders başlangıcında, bitişinde zil çaldığı için ona düşman kesiliyorlar. Sonuçta medreseden çıkmak zorunda kalıyor; 1882’de çıkan kitabına resim koymak istiyor, aynı dincilerin tehdidine uğruyor, önce koyamıyor ama ders kitaplarına hayvanların, bitkilerin resmini koymadan olamazdı ve sonunda kitaplarına resim koymayı başarıyor; Gaspıralı Çarlık ile güreşiyordu (mücadele ediyordu) ama başkaca (farklı bir şekilde), mesela 150 kadar haber kitapçığı hazırlamıştı. Onlardan biri koluma (elime) geçti; Prof. Dr. İ. Kerimov, Rusya’nın işgal ettiği yerleri (1380 Kulikovo Savaşı’ndan 2014 Kırım işgaline kadar) kronolojik olarak tek tek anlattı ve Rusya’nın işgalci bir devlet olduğunu söyledi; İ. Kerimov, Gaspıralı İsmail Bey’in hizmetlerinden söz etti ve onun bütün eserlerini bulup yayınlamamız gerektiğini bildirdi.


Oturum Başkanı, Cengiz Dağcı’nın edebiyatımızdaki öneminden söz etti ve Ahmet Davutoğlu’nun en büyük hizmetinin, Cengiz Dağcı’nın cenazesini Kırım’a getirmek olduğunu bildirdi. Elmira Abibullayeva, “İsmail Gaspıralı Müzesinin Tarihine dair Yeni Araştırmalar (Bulgular)” adlı bildirisinde Tercüman matbaası binasının 1890-91 yılında inşa edildiğini bildirdi. Tercüman matbaasına ait fotoğraflar da gösteren Abibullayeva, Gaspıralı İsmail Bey’in hayat ve mücadele arkadaşı Zuhre Hanım Akçura’nın (1862-1903) yaptığı hizmetlerden söz etti. Selvina Seitmemetova ise “İsmail Gaspıralı’nın Matbaasında Neşir Olunan Kuran-ı Kerim ve Dini Kitaplar” başlıklı bildirisini sundu. Gaspıralı’nın modern, ceditçi bir insan olmakla birlikte dinî duygularının da kuvvetli olduğunu bildiren Seitmemetova, 1883-84’ten itibaren Tercüman gazetesi nezdinde yayımlanan dini risale ve kitaplardan örnekler gösterdi. Bahçesaray’daki Tercüman matbaasında basılan dini neşirlerden bazıları şunlardır: Gaspıralı İsmail Bey’in “Medeniyet-i İslamiye” (1889); “Tarih-i İslam” (1890); “Şeriat-ı İslam” (1895); “Ramazan Hediyesi” (1896); “Ramazan Nasihati” (1896); “Hayriye-i Nebi” (1897); “Mevlid-i Cenabi Hazret-i Âli” (1900); “Türkistan Uleması” (1901). Konuşmacı, Tercüman matbaasında basılan çeşitli boyutlardaki Kuran-ı Kerim kitaplarından da örnekler gösterdi.


Doç. Dr. Leniara Celilova, “1926 Türkoloji Kurultayı ve Kırım Tatarlarında Harf İnkılabı” başlıklı konuşmasında 26 Şubat – 06 Mart 1926 tarihinde Bakü’de Gaspıralı İsmail Bey ve Prof. Radloff şerefine yapılan Birinci Türkoloji Kurultayı’ndan söz etti. Teknik arıza nedeniyle görsel sunumunu yapamayan Doç. Dr. Celilova, bu kurultaya Türkiye’den katılan Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatının Ermeni Folkloruna Tesiri kitabından da kısaca söz ettikten sonra bu bilimsel etkinliğe Kırım’dan altı kişinin katıldığını söyledi: Prof. Dr. Bekir Sıdkı Çobanzade, Osman Akçokraklı, Asan Sabri Ayvazov, Şevki Bektöre, H. A. Odabaş, Ahmet Özenbaşlı (Celilova, bu kişilerin hepsinin 1937 yılı ve sonrasında Stalin aydın kıyımı kurbanları olduğunu da söyledi). Değerli arkadaşımız Leniara Hanım, Kurultay’ın genel olarak en aktif katılımcılarından birinin Prof. Bekir Çobanzade olduğunu söyledi. Gerçekten de kurultay tutanaklarına bakıldığında B. Çobanzade’nin bu kongrenin en faal iştirakçısı olduğu görülmektedir. Birden fazla bildiri (Üçüncü Oturumda sunduğu ‘Türk Lehçelerinin Yakın Akrabalığı Hakkında’; Sekizinci Oturum’da sunduğu ‘Bilim Terminolojisi Sistemi’) ve diğer konuşmacıların bildirilerinin ardından yaptığı birer bildiri değerindeki müdahaleleriyle Çobanzade’nin büyük bir bilim adamı portresini görmek mümkündür. Çobanzade’nin edebi dil, imla, terminoloji, alfabe vd. konularda yaptığı konuşmalar, kurultay kararlarının temelini oluşturmuştu. Leniara Celilova, 1926 Türkoloji Kurultayı’ndaki Arap, Latin ve Kiril alfabeleriyle ilgili tartışmalar, Kırımlı bilim adamlarının bu tartışmalardaki konumu ve Kırım-Tatar alfabesi serüveni üzerine ilginç bilgiler verdi.


Üçüncü Oturum (Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mustafa Aydın)
(15 Mayıs 2015 – Öğleden sonraki ikinci oturum) Üçüncü Oturum’un Başkanı Prof. Dr. Mustafa Aydın, zaman kaybetmeden oturumu başlattı ve konuşmacılara söz verdi: Melek Fetisleam (Romanya), “Romanya Tatarlarında Milli Uyanış Hareketi” başlıklı bildirisini sundu. Kongreye doktora hocası Prof. Dr. Tasin Cemil’le birlikte katılan Melek Hanım, bu konuda yaptığı doktora tezini tamamladığını bildirdi; Gaspıralı İsmail Bey’in çıkardığı Tercüman gazetesinin, Dobruca’ya da yüz adet geldiğini söyledi; Prof. Dr. Kemal Karpat’ın verdiği bilgiye göre Mecidiye Müslüman Seminarı’nın 1965 yılında kapandığını bildirdi; Romanya Tatarlarının milli mücadelesinde ünlü şair Mehmet Niyazi’nin rolünden söz etti ve onun ata yurdu Kırım’a olan hasretini şiirlerine yansıtarak Romanya Tatarları arasında Kırım sevgisini hep canlı tuttuğunu bildirdi; Mehmet Niyazi’nin Kırım’da ve Dobruca’da (Romanya’da) öğretmenlik yaptığını, Kırım ve Romanya Türklerinin milli mücadelesinde en önemli kişilerden biri olduğunu belirtti; Melek Hanım Kırım’da çıkan Hak Ses gazetesinden de söz etti; Romanya’da Tatar kimliğinin yerleşmesindeki diğer faaliyetleri sıraladı; Müstecip Hacı Fazıl’ın 1920’lerde yetişen bir aydın olduğunu, Pazarcık’ta avukat olarak iş hayatına başladığını ve soydaşlarının iyi bir temsilcisi olduğunu bildirdi; Sn. Fetisleam, sadece Romanya Türklerinin değil genel olarak Türk dünyasının en büyük mücadele insanlarından biri olan Müstecib Ülküsal’dan ve onun çıkardığı Emel mecmuasından söz etti; Emel mecmuasının toplam 11 cilt ve 5000 (beş bin) sayfalık bir servet olduğunu bildirdi. Kemal Gurulkan, “Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında Bir Kırım Tatar Kasabasının (Mecidiye) Oluşumu” başlıklı bildirisini sundu.


K. Gurulkan, konuşmasına ‘hicret’ ve ‘muhaceret’ kavramlarını sevdiğini bildirmekle başladı; Kırım hicretini Allah için yapılan bir ibadet gibi gördüğünü bildirdi; 1783 (Kırım’ın Rusya tarafından işgali) öncesinde Kırım-Osmanlı ilişkilerinden söz etti; Osmanlı’nın iki sarayı –Bosna Sarayı ve Bahçesaray- olduğunu belirtti; Dobruca ve Mecidiye’nin oluşumuyla ilgili tebliğler hazırladığını söyledi; 1853-56 savaşından ve bu savaşın Kırım Tatarları üzerindeki tesirinden söz etti; Köstence hakkında da kısa bilgi verdi; K. Gurulkan Osmanlı arşivinde daha önce bizzat gördüğü ve bilim dünyasına belli olmayan bir haritadan da söz etti. Bu bildirisini hazırlarken o haritayı çok arasa da bulamadığını söyleyen konuşmacı, onu bulana kadar arayacağını söyledi; İstayan herkese Osmanlı devmeti tarafından arsa verilmiştir; Köstence’de ticaret teşvik edilmiştir; Boğazköy-Köstence demiryolu yapılmıştır ki Osmanlı devletinde ilk demiryollarından biridir; Osmanlı arşivinde Romanya’ya göçle ilgili 72 dosya dolusu belge bulunmaktadır; Tekirdağ’daki 17 Tatar köyünden 13’ü Romanya Tatar köyüdür; Devamı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Koçak’ın (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) “İkinci Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Matbuatında Romanya Tatar Müslümanları: ‘Tonguç’ Gazetesi” başlıklı bildirisinden şu notları aldık: Tonguç gazetesi 1909 yılında Dersaadet’te (İstanbul’da) yayımlanmış, 36 sayı çıkmıştır; Gazeteyi yayımlayan kişilerin başında Mirza Mehmet Said gelmektedir; Bu gazete Romanya’da yaşayan Tatar Türklerine yönelik olduğundan Romanya Türk matbuatının temsilcisi sayılabilir; Tonguç ve Çolpan, Romanya Türklerinin en çok okuduğu gazetelerdir; Balkan savaşları bu gazetelerde adım adım yer almıştır; Tonguç, bu savaşlardaki Rusya parmağını ve Rusya’nın rolünü ortaya koymuştur; Ahmet Koçak, Vilademer-Kraşeyiski adlı bir kişiden de söz etti. Biz (N. Muradov olarak), “Kraşeyiski” denen kişinin -Prof. Dr İlber Ortaylı’nın da mensup olduğu- ünlü Karaşayski ailesinden biri olduğunu düşünüyoruz.


Doç. Dr. Dragon Potocnik (Maribor Üniversitesi – Slovenya) “Traces of İslam in Romania” başlıklı bildirisini sundu. Şair, tarihçi ve bilim adamı olan Dragon Potocnik Romanya’daki İslam izlerini görsel bir sunumla anlattı. İran’da (İsfahan Üniversitesi’nde) de birkaç yıl çalışan D. Potocnik İran’daki İslam mimarlığı eserlerinde kullanılan motiflerle Romanya’daki İslamî eserlerdeki mimarî motifleri birbiriyle karşılaştırdı. İlginç bir sunum yaptı. Sn. Potocnik’le çay kahve aralarında sohbet ettik. Anlaşma dilimiz Rusça idi. Azerbaycan, İran, Afganistan, Orta Asya Türk cumhuriyetlerini gezmiş olan D. Potocnik, Devletlerarası Kırım Sürgünü ve İsmail Gaspıralı Kongresi’ne de araştırma gezilerinden birinden dönerken katılmıştı. III. Oturum’un son konuşmasını Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü) yaptı. Sn. Adıgüzel’in bildiri konusu “Diasporada Kültürel Kimliğin Yeniden Üretilmesinde Türkiye’deki Kırım Tatar Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü” idi. Y. Adıgüzel genel olarak Diaspora kavramından söz etti ve bu olgunun sosyolojik boyutlarıyla ilgili açıklamalar yaptı. Kırım Tatarlarının sadece Türkiye’de değil, genel olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren dernek, sivil toplum örgütü, diaspora kurumları hakkında istatistik bilgiler verdi. Doç. Dr. Y. Adıgüzel Göç kuramı, Af kuramı kavramlarının sosyolojik ve hukukî yönlerinden söz ettikten sonra Depreş kavramı üzerinde de durdu.

Sayfa Sonu Dördüncü Oturum (Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel) (15 Mayıs 2015 – Öğleden sonraki son oturum) Oturum’un Başkanı Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel, konuşmacıları kürsüye davet edip oturumu başlattı. Prof. Dr. Kemal Özcan’ın bildiri başlığı “1944’de Sürgüne Gönderilen Kırım Tatarları Arasından Devlet Eliyle Kırım’a Yerleştirme Politikası” idi. Kırım Sürgünü konusunda Türkiye’de az sayıdaki uzmandan biri olan Özcan, 3 Mayıs 1944 (Türkiye’de Milliyetçi aydınların tutuklanması) tarihi ile 18 Mayıs 1944 (Kırım sürgünü günü) tarihi arasında bir ilişkinin olup olmadığını merak ettiğini söyledi. Bunun bir ‘komplo teorisi’ olabileceğini de sözlerine ekledi.
1944’te başlayan sürgün yıllarından sonraki önemli gelişmelerden kısaca söz etti; Stalin’in ölümünden (1953) sonra gergin havanın biraz yumuşadığını belirtti; 1966’da SSCB’de kurulan ve Kırım meselesiyle ilgilenen İş Komisyonu’ndan, bu komisyonun faaliyetlerinden, Denisenko adlı yetkili bir memur hakkında bilgi verdi; 18 Mayıs 1944 Sürgünü’nün hukuk dışı yönlerinden söz etti, Prof. Dr. K. Özcan, SSCB Yüksek Sovyeti Prezidiumu’nun 05 Eylül 1967 kararı ile SSCB’de yaşayan Kırım Tatarlarının ayrımcılığa maruz kaldığını belirtti; Bilindiği üzere bu kararname, “Kırım’da Yaşamış Tatar Milletine Mensup Vatandaşlara Dair” adını taşıyordu. Mustafa Cemil Kırımoğlu’nun bu kararname ile ilgili yorumu şöyledir: “... Sovyet Hükümeti Kararnamesindeki esas maksat Kırım Tatarlarının kendi anavatanlarına dönmesini engellemektir. Yine söz konusu kararnamede, ‘Bir zamanlar Kırım'da yaşamış Tatarlara şimdiye kadar yürürlükte olan hukukî kısıtlamalar kaldırılmıştır ve onlar ülke genelinde yürürlükte olan pasaport kanunlarına göre yaşama hakkına sahiptirler’ denmektedir. Ne var ki, kararnamenin bu bölümünde yalan çıktı. Hukukî kısıtlamaları getiren gizli kararlar iptal edilecekleri yerde, bunlara yenileri eklendi. Böylelikle, 5 Eylül 1967 Kararnamesi’ne kanarak Anavatanlarına dönen binlerce Kırım Tatarı yukarıda zikredilen gizli kararlar uyarınca, çeşitli insanlık dışı ve vahşi metotlara tabi tutularak, Kırım'dan yeniden sürgün edildiler...”1 Prof. Dr. Kemal Özcan’la bir kahvaltı sırasında yaptığımız sohbette onun iyi derecede Rusça bildiğini de öğrenmiş oldum. Prof. Dr. Özcan, Rusya arşivlerinde çalışarak 18 Mayıs 1944 Sürgünü’nün belgelerini ortaya çıkarmış ve bu konuyla ilgili çok sayıda yayın yapmış uzman bir tarihçidir.


Yrd. Doç. Dr. Nilghiun (Nilgün) İsmail’in bildiri konusu “Some Social and Cultural Aspects About the Romanian Crimean Tatar Community” idi. Bükreş Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Nilgün Hanım bildirisini İngilizce hazırlamıştı fakat görsel sunumunu Türkçe yaptı. Sn. N. İsmail özetle şu bilgileri verdi: Dobruca Tatarlarından, onların sıkıntılı durumlarından söz etti; Kıbla Mezarlığı adlanan mezarlıkta defnedilen dedesinin mezarının kalmadığını; Köyleri, bir Müslüman iskân yeri olmasına rağmen bu köyde cami ve okul olmadığını söyledi; Dedelerinin 1870-80’li yıllarda Kırım’dan ayrılıp Tuna vilayetine geldiklerini dedi; Nilgün Hanım, Romanya’daki Hünkâr Camii, Yenicami’den söz etti; Aile yakınlarının yaşadığı Emzeşe (Amzaça / Hamza köyü) köyünden fotoğraflar gösterdi; Müzede kendilerine bir Tatar odası yaptıklarını söyledi; Romanya’da etnik azınlıklarla ilgili bir kanunun olmadığından yakındı; Romanya’da yaşayan Tatarların kendilerine özgü bir alfabeleri olduğu halde bu alfabeyi kullanamadıklarını söyledi; Romen devletinin, Avrupa ülkelerinin, kendilerine “Hakkınız var!” dedikleri halde destek vermediklerini dile getirdi... Yrd. Doç. Dr. Derya Derin Paşaoğlu “Umdetü’l-Ahbâr’ın Kırım Kültür Birikimine Katkıları Üzerine Değerlendirme” başlıklı bildirisiyle bu kongrenin en güzel sunumlarından birini yaptı. Sn. D. D. Paşaoğlu’nun konuşmasından aldığım notlar şöyledir: Abdulgaffar Kırımî’nin 1748 tarihli Umdetü’l Ahbâr eseri Kırım coğrafyası, siyasi tarihi, Kırım kültürüyle ilgili önemli bir kaynaktır; Eserin içinde dil ve edebiyata dair çok değerli malzeme bulunmaktadır; Bu eseri alanın uzmanlarının araştıracağını umuyorum; Umdetü’l Ahbâr’da çok sayıda deyimler, kalıplaşmış kelimeler, ibareler, atasözleri, darbü’l-meseller... bulunmaktadır; Umdetü’l Ahbâr’dan bazı dil örnekleri: Beş tonuzın küte almas; Beş beserek tarta almas; Kıyan kahtı oldu; Taştölek kuşunu turatından ayırmasak senge köngül bermes bolgay; Kendin bilme – bilenlerin sözünü dahi dinleme (beddua); Çuçi: hamur içinde yatmak; Tuli: Gayet mücella aynaya denir; İrke oğul; Noyan; Tenkel; Zaysanlık; Negacisli; urlanmak; İnak, çora; inak çorası; İdil dınsa kim ötmes; Edigü ölse kim almas... İdil nice donmas burun geçmek gerek; Edigünü ölmes burun almak gerek; Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu söz alarak Paşaoğlu’nun söyledikleriyle ilgili kısa yorum yaptı: Berke adıyla bilinen tarihi kahramanın adı aslında Burka’dır. Müsteşrikler (Doğubilimciler) bu kelimeyi yanlış okumuşlar – aslı Bereke’dir. Börkü yaruk – şapkası delik değil, başı aydınlık’tır aslında... Doç. Dr. Dilorom Hamroeva, İsmail Bey Gaspıralı’nın Rusya Müslümanlığı – Düşünceleri, Yazıları ve Gözlemleri eserinden hareketle Çar Rusyası’nın Etno-politik Tutumu üzerine bir bildiri sundu. Kongreye Özbekistan’dan katılan Hamroeva, Gaspıralı’nın bu eserinden örnekler vererek bazı yorumlarda bulundu.


Kongrenin IV. Oturumu’un son konuşmasını Zera (Zehra) Bekirova yaptı.2 Zera Bekirova’nın bildiri başlığı “18 Mayıs 1944 – Kırım Türklerinin Sürgünü” idi. 18 Mayıs sürgün gününü, bu günün vahşetini en iyi anlatan oydu... Yıllardan beri tanıdığımız, sevdiğimiz Zehra Bekirova, Kırım Türklerinin en ünlü gazetecilerinden biri, Ukrayna’da çıkan Yeni Dünya gazetesinin başyazarı, Kırım’da Latin alfabesiyle yayımlanan NENKECAN dergisinin – Qadınlarnın Edebiy-Bediiy, İlmiy-Populyar Mecmuası’nın başmuharriri, Kırım Kadın Hareketi’nin önde gelen isimlerinden biri, Şefika Hanım İsmail Bey kızı Gaspıralı’nın soylu mücadelesini sürdüren manevi torunudur... Zera Hanım Gaspıralı İsmail Bey ve Şefika Hanım’ın, Tercüman gazetesinin eki olarak birlikte çıkardıkları Âlem-i Nisvan (Kadınlar Dünyası) dergisinin 105 yaşı münasebetiyle düzenlenen uluslararası sempozyumu Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi ile düzenleyen komitede yer almaktaydı. NENKECAN’ın her sayısına samimi “Saygılı, sevgili oquyıcılarımız... Epinizge saygı ve sevgilerim ile...” yazılarını yazan da Zera Hanımdır... Eskişehir’in her caddesini, her sokağını, her evini kapı kapı gezip Kırım Tatar soydaşlarını arayan, onları bulan, onlarla görüşen, sohbet eden de Zera Hanımdır. TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca’yı kendi evladı gibi kucaklayan da yine Zera Hanımdır. Hayrettin Karaca’nın bir eliyle Zera Hanımı kucaklayıp diğer eliyle onun kolunu bırakmayışı nedense bana Uygur Türklerinin büyük lideri rahmetli İsa Yusuf Alptekin’in, geçen yüzyılın en büyük Türk liderlerinden olan rahmetli Ebülfez Elçibey’le kucaklaşmasını, onun elini bırakmak istemediğini hatırlatıyor... Zera Bekirova’nın kongredeki konuşmasını bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz: Zera Hanım 11 kişilik bir ailenin Kırım sürgünü sırasında hayatta kalan tek ferdidir... Sayfa Sonu Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi’nin Oturumları Kongre’nin ikinci günü oturumları Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Beşinci Oturum (Oturum Başkanı: Dr. Hüseyin Kansu - Milletvekili) (16 Mayıs 2015 / Kongrenin ikinci günü – Sabah oturumu) Oturum Başkanı, eski Milletvekili Dr. Hüseyin Kansu bu oturumda bildiri sunacak konuşmacıları kürsüye davet etti ve oturumu başlattı. Doç. Dr. Abdullah Akat (Karadeniz Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölüm Başkanı), “Usul-i Cedid Eğitim Reformunun Kırım Tatar Müziğine Yansımaları” başlıklı bildirisini sundu. Doç. Dr. A. Akat’ın konuşmasından bazı satır başları şöyleydi: Ünlü Kırım-Tatar aydını, profesyonel müzisyeni Asan Rıfatoğlu’nun babası Mahmud Ağa, Azerbaycan’a giderek orada Usul-i Cedit eğitimi verir; Rıfatov ailesinin Azerbaycan ile bağlantısı böyle başlar; Asan Rıfatov 1923’te bütün zorluklara rağmen Çora Batır operasını sergiliyor; A. Akat, Viyana Müzik Arşivi’ndeki taş plaklar arasında Kırım-Tatar müzikleri tespit etmiş, onlara ulaşmıştır (görsel sunuda resimlerini gösteriyor); Bu müzikler İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’daki esir kamplarında bulunan Kırımlı Türklerden derlenmiştir; Akat, trampetle çalınan Kırım Tatar müziklerinin en eski kayıtlar olduğunu söylüyor, Bu müzik parçaları Kıpçak Oğuz özellikleri taşımaktadır; Savaş esiri olan Kırımlı Türklerin seslendirdikleri ezan da makamı yönünden yorumlandı; Abdullah Akat, Kırım-Tatar müziğine ait eski kayıt birkaç parça da dinletti ve resimler gösterdi. Prof. Dr. Ali Arslan, “İslam Birliği Düşüncesi ve İsmail Bey Gaspıralı” başlklı bildirisini sundu. Bu bildiriden aldığım notlar şöyledir: İslam Birliği fikrinin ne zaman ortaya çıktığı, tartışmaya açık bir problemdir; Kafkasya’da İmam Mansur olayı İslam Birliği fikrini tetiklemiştir; Orta Asya’da (Kazakistan’da) Kenesari’nin mücadelesini unutmamalıyız, Kazan ulemasının (özellikle A. Kursavî, Şihabeddin Mercani) İslamla yenilenme projesi, 1860’larda Yeni Osmanlı Harekâtı, bu birlik hareketini de başlattı; Ziya Paşa, Namık Kemal (1868); 1872 – İttihad-ı İslam (Namık Kemal); Mustafa Nuri Pirzade “Teşvik-i Rağbet” makalesi; Doğu Türkistan’da Yakup Bey’e yapılmak istenen yardımlar; Cemaleddin Afganî; Muhammed Abduh; Ahmet Ağaoğlu İran’ın öncülüğünde bir İslam hareketi olması gerektiğini düşünüyor; İsmail Bey Gaspıralı Mısır’a gittiğinde (1907) Mustafa Fazıl Paşa, El-Eser Üniversitesi profesörleri Gaspıralı’nın Kahire’de verdiği konferansa katılıyor; “İslam dünyası bir iki kahramanla kurtulamaz!” – İ. Gaspıralı; İslam Birliği’nin dili meselesi: Arapça – Türkçe – Urduca... İsmail Gaspıralı’nın istediği, siyasi değil, kültürel oluşumlardır. Doç. Dr. İbrahim Maraş’ın “İsmail Bey Gaspıralı Öncesi Islâh-ı Medâris: Hüseyin Feyizhânî Örneği” bildirisi sırasında şu notları almışız: İbrahim Maraş, Şihabeddin Mercanî’nin öğrencilerinden Hüseyin Feyizhanî ve onun kaleme aldığı (henüz basılmamış) Islâh-ı Medâris eserinden söz etti; Türk dünyası o dönemde şimdikinden daha güçlüydü çünkü İstanbul başkentti ve buluşma noktasıydı; Rus Çariçesi Katerina’nın akıllı işlerinden biri 1780’li yıllarda Kazan Türklerinin modernleşmesi yolunda attığı adımlar ve yaptığı ıslahatlar olmuştur; Akültürasyon (kültürsüzleştirme) – inkültürasyon (kültür aşılaması); Katerina, yapmış olduğu reformlar yönüyle Deli Petro ile karşılaştırılabilir; Kazan Tatarlarının ünlü ulemalarından biri olan Abdulkadir Kursavî, yazmış olduğu Akaid-i Neseb el-Cedid eserinden dolayı tekfir ediliyor, Kazan’da idamdan kaçıyor, İstanbul’da canını kurtaryor, 1812’de vefat ediyor; Otuzimenî adlı ulema da Ceditçi müderrislerden biridir; Şihabeddin Mercani’den, İbn Haldun’un Mukaddime eserinden yararlanıyor; Hüseyin Feyizhani de İbn Haldun’u ve Mercanî’yi iyi biliyor; Hüseyin Feyizhani, 10 yıllık dünyevi (modern) bir medrese projesi hazırlıyor; Bilindiği üzere 1804 yılında Kazan Üniversitesi açılmıştı; Feyizhanî, bu medresede Tedricilik – Kâtip Çelebî – Keşf-i Cunûn gibi ünlü eserleri ve yazarları ders programına dâhil ediyor; Bu medresenin dili Ortak Türkçe – Tercüman’da kullanılan dil kadar sade olacaktı; Rusçanın öğretilmesi mecburiyeti vardı; Mektep binalarının sıhhî şartlarının iyileştirilmesi belirtilmişti; Musa Carullah Bigi – Zahir Bigi kardeşleri; Buhara uleması, özerkliğine en çok düşkün alimlerdir; “Buhara alimleri ilmin gıyabında cenaze namazı kıldılar”; Gaspıralı, Usul-i Cedit meselesinde sonuna kadar samimidir; Gaspıralı’dan önce Azerbaycan’da ünlü şair Seyid Azim Şirvanî’nin de usul-i cedit mektebi bulunmaktaydı; Ünlü Türkolog Radloff’un resmi raporları vardır. Bu raporlarda “Tatarlar, eğitimlerini artırmakla kötü yola gidiyorlar” denmektedir; İbrahim Maraş, ünlü Tatar bilgini Mirkasım Usmanov’un Kazan Utları dergisinde yayımlattığı makalesinden notlar aktardı... Prof. Dr. Tasin Cemil, “Kırım ve Bütün Türk Dünyasının Kaybedilmiş Büyük Şansı: İsmail Bey Gaspıralı Islahatı” bildirisini sunarken doğru dürüst notlar alamadım çünkü Tasin Hoca ile aynı oturumdaydık ve onun konuşması bitince benimki başlayacaktı. Bildiri süreleri 15 dakikadan 10 dakikaya indirilmişti ve biz bu 10 dakika içinde nasıl konuşacağımızı planlamak zorundaydık. Yine de Tasin Cemil Hoca’nın konuşması sırasında not aldığım bazı satır başlarından hareketle hatırladıklarımı yazıyorum: Avrupa modernleşirken İslam dünyası Orta Şark döneminde yaşıyordu; Gaspıralı İsmail Bey, Avrupa’yı da görmüş bir Şarklı olarak neler yapılması gerektiğini hep düşünmüştür; Neler yapmanın yanında yapılacak olanları nasıl yapmak da önemliydi; Gaspıralı, Hristiyan dünyasında ve genel olarak Avrupa’da reformist kişilerin hayatlarını, yaptıklarını yakından öğrenmek ve öğrendiklerini Müslüman Türk dünyasında da uygulamak istiyordu; Gaspıralı’nın öğrendiği Avrupalı bilginlerden XVI. yy.ın ünlü Alman teoloğu ve din adamı (papazı) Martin Luther de vardı; Gaspıralı’nın Luther’den çok etkilendiği açıktır; Gaspıralı, Luther’in ünlü Von der Freiheit des Christenmenschen (Hıristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) isimli kitabını mutlaka okumuştur; Bu kitap Luther’in ideolojik ve teolojik görüşlerini yansıtmakla birlikte tek bir şeyi anlatıyor, o da "Freiheit" (özgürlük) kavramıdır; Gaspıralı, Rusya İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Müslüman Türklerin, usul-i kadim tahsil sisteminden usul-i cedit sistemine geçmeleri gerektiğini kararlaştırmış ve bu yolda çok mesai harcamıştı; Gaspıralı’nın Dilde, Fikirde, İşte Birlik! ne yazık ki ulaşılmayan bir hedef niteliğindedir... Not: Değerli Prof. Dr., Romanya’nın Azerbaycan’daki, Türkmenistan’daki eski Büyükelçisi ... Tasin Cemil Hoca (ve onun doktora öğrencisi Melek Hanımla) ile bu Kongre için gittiğimiz İstanbul’da - Atatürk Havalimanı’nda tanıştık. Otele (Merter’deki Güneş Otel’e) aynı arabayla gittik. Kongre boyunca hep yanyana olduk. Sabah kahvaltılarımızı birlikte yaptık, İstanbul sokaklarını birlikte dolaştık. Kongre bitişinde yine birlikteydik ve İstanbul Havalimanı’na yine aynı arabada döndük. Çıkış işlemlerimizi birlikte yaptık ve ayrıldık. 14-17 Mayıs 2015 tarihlerini kapsayan bu dört gün içinde Tasin Cemil Hoca bana tarihten edebiyata, müzikten şiire, siyasetten etnografiye... Türk dünyasından Romanya’ya (Avrupa’ya), İran’dan Rusya’ya, Tebriz’den, Erdebil’den, Ordubad’dan Moskova’ya, Kazan’a... çok şeyler anlattı. Prof. Dr. Tasin Cemil Hoca ile konuştuklarımızı ayrı bir yazıda değerlendirmeğe çalışacağım... N. Muradov Sayfa Sonu Yrd. Doç. Dr. Nazım Muradov (Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC) “Gaspıralı İsmail Bey'in Stratejik Öngörü ve Hedefleri Üzerine Eleştirel Bir Söylem Analizi (1)” başlıklı bildirisinde şunları söyledi: Gaspıralı İsmail Bey’in gazeteciliğinin, eğitimciliğinin yanında futurolojik (gelecekle ilgili) öngörülerinden de söz etmek gerekmektedir. Gaspıralı, gelecekle ilgili görüşlerini dile getirirken kehanet yapmamış, tarihi, siyasi, coğrafi, askeri, kültürel vb. gerçeklerden hareketle ciddi stratejik öngörülerde bulunmuştur. Her işin bir zamanı var / Her zamanın bir işi. / Toprak hazır olmayınca / Buğday saçmaz bir kişi söyleyip bu düşünceyi benimseyen ve 1870’li yılların sonundan tâ vefatına kadar hep planlı programlı hareket eden Gaspıralı İsmail Bey, siyasi, sosyal ve kültürel hayatın tüm alanlarıyla ilgili stratejik saptamalarda bulunmuştur. Rusya Müslümanları eserinde sınır temeline dayandığı için gelecekte çözüleceğini öngördüğü Rusya’yla ilgili “hak ettiği sınırların tamamına henüz ulaşmamıştır” demesiyle, aslında Rusya İmparatorluğu’nun işgalcilik ve genişleme siyasetini desteklememiş, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!” şeklinde özetlediği stratejik planını gerçekleştirmek amacıyla bütün Türklerin aynı devletin çatısı altında bulunmaları arzusunu dile getirmiştir. Nitekim onun vefatından hemen sonra Çarlık Rusya’nın ve 1990’ların başında da SSCB’nin yıkılmasının ardından İsmail Bey’in bu görüşünün doğru olduğu ortaya çıkmıştır... Gaspıralı’ya göre din, mezhep, sınır, ırk... temeline dayanan devletlerin de ayakta kalması mümkün değildir... Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene eserinde Batı medeniyetine kaynaklık eden eski Roma medeniyeti taşıyıcılarını “Romalılar esir etleriyle beslenmiş balığa doymayan”, onların evlatları olan bugünkü Avrupalıları da “bütün âlemin semeresine doyamayanlar” adlandırmış, bu medeniyetin “hakkaniyet duygusu”ndan mahrum olduğunu söylemekle günümüzdeki Batı hayranlarına gönderme yapmıştır. Gaspıralı’nın fikir eserlerinden verdiğimiz bu örnekler birer söylemdir ve biz bu söylemleri eleştirel çözümlemeye tâbi tutarak Gaspıralı’yı daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyoruz çünkü E. Sözen’in belirttiği üzere “Söylem bir meta-eylemdir ve ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir. Söylem – sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi, sosyal hayatın tüm yönleriyle ilişkilidir.” Söylem analizi ise Micheals ve O’Conner’in ifadesiyle “metni sözdizimsel ve semantik sınırların ötesine giderek bir yapısöküme uğratma ve onu kuran niyetin ne olduğunu anlama çabasıdır.” Eleştirel söylem analizi ise Sibel Arkonaç’ın deyimiyle “... sözün dışına itileni açığa çıkarmak” olduğu için biz Gaspıralı söylemlerinin bu yönünden söz etmeğe çalışacağız. Çözümleme denemelerinde Parker’in 20 basamaklı ve Willig tarafından 6 maddeye indirgenmiş, sonuç olarak ‘Willig-Parker kılavuzu’ dediğimiz pratikten yararlanacağız; Çözümlemelere Gaspıralı’nın ilk fikir eserleri olan Bahçesaray Mektupları ve Rusya Müslümanları’ndan seçtiğimiz söylemlerle başlıyoruz ve bu çalışmada bu iki eserin her birinen sekizer söylem üzerinde duracağız; Gaspıralı’nın Bahçesaray Mektupları’ndan seçtiğimiz aşağıdaki söylem çözümleme denemesi örneğiyle konuşmamızı tamamlıyoruz. Söylem: “... Ben tarihçi değilim ve büyük molla da değilim -kolay yanılabilirim- ama Tatar egemenliğinden bahsederken bu egemenliğin Rusya’yı daha güçlü, ince hesaplı yabancı tesirlerden, belki de koruduğu hakkında ve kendine özgü karakteri ile ilk defa Kulikovo meydanında gerçekleştirilen Rusya’nın birliği idealinin hazırlanmasına yardım ettiği konusunda düşünmek gerektiğini sanıyorum...” (BM, s. 73) Analiz denemesi: Gaspıralı, Bahçesaray Mektupları’nı “Küçük Molla” müstear adıyla kaleme almış, kendisini büyük hücumlardan bir anlamda korumak istemiş; “tarihçi değilim”, “büyük molla da değilim”, “kolay yanılabilirim”, “sanıyorum...” ifadeleriyle peşin hükümler vermekten kaçınmış, tartışmanın sürmesini amaçlamıştır. İ. Gaspıralı, fikir eserleriyle Avrasyacı bir yaklaşım sergilemiş, “Rus Avrasyacılarından ... yarım yüzyıl önce Avrasyacılığı tartışmış ve temellendirmeye çalışmıştır.” Yine de inşa ettiği bu söylemle Cengiz Han zamanından başlayan [Moğol]-Tatar egemenliğinin, aslında mevcut Rusya’yı zayıflattığını değil, siyasi-coğrafi olarak yekpare hale getirdiğini; bu geniş coğrafyayı yabancı tesirlerden koruyanların da Tatarlar olduğunu ve Rusya’nın sonraki kaderinde dönüm noktası olan Kulikovo Savaşı (1380) sırasında parçalanmış bir Rusya’nın değil, yekpare Altınordu (şimdiki Rusya) topraklarının Rusya’ya geçmeğe başladığını belirtmiştir. Bu yekparelik ise Rusya’nın bugünkü birliği, toprak bütünlüğüdür ki bu coğrafi bütünlüğü sağlayan da Rusya’dan daha çok Altınordu İmparatorluğu’nun kurucu öznesi olan Tatarlar olmuştur... Lev Gumilev de tarih boyunca Avrasya coğrafyasını birleştirme gücüne sahip olan üç güçten – Türkler, Moğollar ve Rusya’dan söz ettikten sonra Rusya’yı “Türk Hakanlığı’nın ve ‘Moğol ulusu’nun mirasçısı” saymıştır. “Moğol (Tatar) hâkimiyetinin ve baskısının, Rus knezliklerinin bir araya gelmesinde ve Moğolların yönetim sırlarının benimsenmesinde, nihayet Rusya’nın büyük bir ülke haline gelmesinde çok önemli bir rol oynadığını” klasik Avrasyacılar [N. S. Trubetskoy, P. N. Savitski, G. V. Vernadski, G. V. Florovski, P. P. Suvchinski vd. Rus teorisyenler] de savunmuştur. ‘Willig-Parker kılavuzu’ndan hareketle, bu söylemdeki objenin (Rusya İmparatorluğu’nun) 1380 önceki durumuyla 500 yıl sonraki (somut olarak 1881’deki) durumu arasında büyük bir farkın olduğu gerçeğinde Ruslardan daha çok Tatarların etkili olduğu; önceki söylemlerin devam ettirildiği; tarihsel referanslarla hatırlatmalar yapıldığı; yeni yapılanmada etkili olan öznenin sadece Ruslar değil aynı zamanda Tatarlar olduğu; Rusya’nın, bu gerçeği unutmaması ve Tatarlara karşı bu gerçeğe göre davranması gerekliliği; yazarın mütevazı tereddütlerine rağmen bu gerçekleri dile getirmede öznellikten daha çok nesnelliğin geçerli olduğu belirtilmiştir... Beşinci Oturum’un son konuşmasını Kongre’ye Tataristan’dan katılan Dr. Gülnara Rafikova “Tataristan Cumhuriyeti Milli Arşivi’nde Bulunan İsmail Bey Gaspıralı ve Onun Çevresi ile İlgili Belgeler” bildirisini sunarak yaptı. Dr. Rafikova herkesten özür dileyerek konuşmasını Rusça yapacağını söyleyince Kırımlı Doç. Dr. Lenyara Celilova, Gülnara Hanım’ın Rusça söylediklerini Türkçeye çevirmeğe hazır olduğunu bildirdi ve kürsüye gelerek Rafikova’nın konuşmasını Türkçeye çevirdi. Rafikova, Gaspıralı İsmail Bey’in oğlu Rıfat Gasprinski’nin Kazan Üniversitesi’nde okuduğuna dair onun öğrenci belgesine ulaştığını; derslerinden aldığı notların çizelgesini; hastalığı nedeniyle kaydını dondurmak istediğini; kayıt dondurma dilekçesi (bu belgelerin dijital fotoğrafını slaytta gösteriyor) yazdığını belirtti. Bu belgelerden bazıları ilk defa bu kongrede bilim dünyasına tanıtılmış oldu. Dr. Rafikova, Kazan’da hazırlanan duvar takvimlerinden de örnek fotoğraflar gösterdi. Bu takvimlerde ünlü Tatar aydınlarıyla birlikte Gaspıralı İsmail Bey’in de resmi yer almaktadır. Altıncı Oturum (Oturum Başkanı: Prof. Dr. Tasin Cemil) (16 Mayıs 2015) Oturum’un Başkanı Prof. Dr. Tasin Cemil, kısa bir giriş yaptıktan sonra konuşmacıları kürsüye davet edip oturumu başlattı. Altıncı Oturum’un ilk konuşmacısı Prof. Dr. Nedim İpek idi. Prof. İpek’in “İsmail Bey Gaspıralı ve Göç” başlıklı bildirisinden aldığımız notlardan bazıları şunlardır: Öncelikle Batı (Avrupa) ülkelerinde yaşayan insanlarla Türklerin vatan anlayışında farklar vardır; Konar-göçer toplumlarda özgürlük anlayışı kuvvetlidir ve bu toplumlar daha çok özgür olduğu yerleri vatan edinirler; Gaspıralı İsmail Bey genel olarak göçebeliğe karşıdır çünkü vatan toprakları, dışardan getirilip yerleştirilen çiftçi toplumlara terk edilmektedir; Toprakları elde tutabilmek için yerleşik hayata geçmek gerekir; Gaspıralı, çoban toplumunun bu coğrafyaya egemen olamayacağını söylüyor; Gaspıralı göçe de karşıdır. Göç etmekte olan yoldaşlarını durdurmak ister ve onlara “Ölmek var, göçmek yok! Zira göçseniz de öleceksiniz!..” der; Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik!” düsturunu da yerleşik insanların sahip olduğu vatan toprağı üzerinden değerlendirmek lazım. Bu düsturun daha derin felsefi anlamları böyle bir okumada yakalanabilir; Akşam gazetesinin bile Gaspıralı’dan etkilendiğini söyleyebiliriz; Gaspıralı, vatan toprağı üzerinde yerleşik bir şekilde var olmadan o toprakta devlet kurmak mümkün değil düşüncesini benimsemiştir; Bu nedenle de “Bayrağı olmayanın bayramı da olmaz!” görüşünü kabul eder. Kongre programına göre bu oturumun ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu olmalı ve “İsmail Bey Gaspıralı ve Kadın Hareketine Bakış” bildirisini sunmalıydı. Oysa Prof. Dr. Ş. Hablemitoğlu kongreye katılmadı. Şengül Hanım’ın kongreye katılmamasından dolayı Yrd. Doç. Dr. Ömer Karataş “İsmail Bey Gaspıralı’nın Vefatının Osmanlı Basınına Yansıması” başlıklı bildirisini bu oturumda sundu. Bu bildiriden aldığım notlar şöyledir: Gaspıralı İsmail Bey’in vefat haberini Osmanlı kamuoyuna duyuran kişi Ahmet Ağaoğlu olmuştur; İkdam gazetesi 26 Eylül 1914 sayısında Gaspıralı’nın vefatı üzerine bir yazı yayımlamış; Bu yazıda “İki üç ay şehrimizde (İstanbul’da) bulunan Gaspıralı’nın gazetemize gelip röportaj verdiği” bilgisi yer almaktadır; Gaspıralı, bu sohbetinde Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmemesini öngörmüştür; Gaspıralı’nın vefatı üzerine Türk Ocağı da taziye yayımlamıştır. Bu taziye mesajı İkdam gazetesinde çıkmıştır; Türk Yurdu dergisinin 72-74. sayıları Gaspıralı’ya ayrılmış; Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yusuf Akçura, Celal Sahir vd. Gaspıralı’nın vefatı münasebetiyle duygularını ifade etmişler; Vakit ve Yıldız gazetelerinde de vefat haberi ve taziye mesajları yayımlanmış; Ayasofya Camii’nde merhum Gaspıralı için Mevlid-i Şerif okunmuş, Askeri Müze Müdürü Ahmet Muhtar Paşa da orada bulunarak bir konuşma yapmıştır. Doç. Dr. Eldar Seydametov’un “İsmail Bey Gaspıralı’nın Göçe Yaklaşımı” başlıklı bildirisini dinleyemediğim için neler söylediğini bilmiyorum. Gaspıralı İsmail Bey’in bu meseleyle ilgili görüşlerini ise Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Prof. Dr. Yavuz Akpınar başkanlığında yürütülen ve bizim de yer aldığımız Gaspıralı İsmail Bey ve Tercüman Gazetesi Projesi’nden biliyoruz. Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman gazetesinin eldeki en iyi arşivlerinden biri (belki de birincisi) EÜ Edebiyat Fakültesi’nde bulunmaktadır. EÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yaptığım 1999-2006 yıllarında Tercüman gazetesi arşivinin bulunduğu odada oturdum ve Tercüman’ın aşağı yukarı eldeki tüm sayılarını (yaklaşık 3000 sayı) defalarca inceledim. Gaspıralı’nın göç konusundaki görüşlerini de bu nedenle bildiğimi düşünüyorum. Ayrıca kongremizin bu oturumunda Sn. Nedim İpek Hoca’nın sunduğu bildiri de aşağı yukarı aynı içerikli idi… Bu kongrede görüşüp dostlaştığımız değerli Eldar Seydametov’un bildirisini hangi nedenle ise dinleyemediğim için3 üzüldüğümü bildiriyor ve kendisinden özür diliyorum… Doç. Dr. Ranetta Gafarova’nın bildiri konusu ise “Şefika Sultan Gaspıralı: Türk Dünyasının Kadın Lideri” idi. Ranetta Hanım bu bildirisinde Gaspıralı İsmail Bey Tercüman gazetesini çıkarırken ona yakından yardım etmiş olan kızı Şefika Hanım Gasprinskaya’nın hayat hikâyesi ve mücadelesinden söz etti. Şefika Hanım’ın özellike Tercüman gazetesinin eki olan Âlem-i Nisvan’ı (Kadınlar Dünyası) çıkarması, kadın sorununu ele alması, Türk dünyası kadın hareketiinde atılan ilk adımlar olması nedeniyle bu harekâtın lideri olarak kabul edilmektedir. Şefika Hanım’ın Azerbaycanlı siyaset adamı, sonradan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin ilk başbakanlarından biri olacak Nasib Bey Yusufbeyli ile evliliği; İsmail Bey’in vefatından sonra sağlığının ve aile huzurunun bozulması; 1917 Ekim devriminden sonra işlerinin daha da kötüye gitmesi; Numan Çelebi Cihan’ın öldürülmesinden sonra sıkıntılı günler; Kırım’daki mücadelesi; eşi Nasib Bey’in genç yaşta öldürülmesi ve bu ölüm haberinin Şefika Hanım’a verilmemesi; iki çocuğu ile Türkiye’ye gelişi; eşinin öldürülmesini Türkiye’de duyması ve tekrar yıkılması bilgileri... Ranetta Hanım’ın hazırladığı görsellere de yansımıştı. Baba (İsmail bey) ile kızı arasındaki ilişkilerden de söz eden Gafarova, Şefika Sultan Hanım’ın “Babamın ağzından çıkan sözleri ayet gibi addederdik” sözlerini hatırlattı. Bu sözler çevresindekilere örnek olan Gaspıralı ailesindeki ilişkilerin ne kadar sağlam olduğunu göstermekle birlikte İsmail Bey’in, kendi ailesi içindeki konumunu da ortaya koymaktadır. Doç. Dr. Alime Yayayeva “İsmail Bey Gaspıralı ve Kadın Kızların Tahsili” konulu bildirisinde Gaspıralı’nın kadın ve kızların eğitimine verdiği önemi, onun Tercüman gazetesinde yayımlanan yazılarından hareketle özetle ortaya koyduktan sonra kongrede sunulan bildiri metinlerinin nasıl olsa yayımlanacağını söyleyerek bizlere Kırım sürgününü anlatmak istediğini söyledi. Alime Hanım aile anılarından yola çıkarak bu sürgünden acı ve göz yaşı dolu epizotlara yer verdi. Kırım Tatar halkının 18 Mayıs 1944 sürgününde Şarikan çöllerinde kırılmaya başladığını belirttikten sonra hâlâ hayatta olan babası Aziz Yayayev’in kaleme aldığı hatıralarından parçalar okuyarak herkese duygulu anlar yaşattı. Uzun yılların ayrılığından sonra vatana avdet eden Kırım Türklerinin vatan toprağıyla nasıl buluştuklarını merhum Kırım Tatar şairi Yunus Kandım’ın (1959-2005) “Selam Sana Karadeniz” şiiriyle ifade etti... Değerli Alime Hanımla kongre boyunca çok sohbet ettik, bana sürgün yıllarında ailesinin ve yurttaşlarının çektikleri sıkıntılardan söz etti. Özbekistan’da yaşadıkları ve çalıştıkları yıllarda (Alime Hanım orada öğretmenlik yapmıştır) Kırım Tatar kültürü, edebiyatı için özverili çalışmalarından örnekler verdi. Özbekistan’da maddi durumlarının iyi olmasına rağmen vatana dönüşlerini, kendisini dönmek kararından vazgeçirmek için ikna etmeğe çalışanlara nasıl karşı çıktığını anlattı... Değerli Alime Hanım’ın şahsında mücadeleci, vatansever, ziyalı bir Türk kadınını tanımaktan mutlu olduğumu kendisine bildirdim. Şiirini okuduğu rahmetli Yunus Kandım’ın Numan Çelebicihan hakkında yazdığı Küreş Meydanını Ot Basmaz adlı kitabını Kırım’dan aldığımı ve bu kitap hakkında yıllar önce bir tanıtma yazısı yazdığımı söyleyince Alime Hanım güzel ve tatlı Kırım Tatar ağzıyla bana Vatan-Kırım’ı Yunus Kandım’ın dilinden şöyle anlattı:4 Qırım - yanıq, közyaş, feryad değil, evlâdım, Qırım - yüce, yeşil, mavi, qara dağlardır! Qırım - asret, sonsız imdat değil, evlâdım, Qırım - çeçek, Aşıq Umer, serbest dalgadır. Qırım - elem, öksüz baraş değil, evlâdım, Qırım - alem cevxeridır, yüzük taşıdır. Qırım - baxşış, vergi, xarac değil, evlâdım, Qırım - menim sonum, sana ayat başıdır. Qırım - senin gözbebegin kibi, evlâdım, Onı asra, günaxlarğa onı batırma! Qırım - sensin! Yurt köbegi kibi, evlâdım, Ona can ber, yat çizmasın ona bastırma! Qırım - feza denizinde mezar, evlâdım, Onun er bir suyemınde yata ecdadın. Qırım - Quran, onda canlar, ruxlar, evlâdım, Qırım - eren evliyalar, adın, vicdanın... Yedinci Oturum (Oturum Başkanı: Doç. Dr. İbrahim Maraş) (16 Mayıs 2015) Oturum Başkanı Doç. Dr. İbrahim Maraş hiç zaman kaybetmeden konuşmacıları kürsüye davet etti ve kongrenin Yedinci Oturumu’nu başlattı. Prof. Dr. Halil Bal’ın bildiri konusu “Kırım Türklerine Yönelik 1944 Sürgün Kararı ve Bu Kararın Uygulanması” idi. Prof. Dr. Bal’ın konuşmasının bazı satır başları şöyleydi: Kırım eskiden beri bir Türk yurdu idi ve şimdi de vatan parçasıdır; Acımasız diktatör Stalin 1944’te bu kararı vermekle Bolşevik kimliğini ortaya koymuştur; Çarlık döneminde de olsa Sovyet döneminde de olsa Rus Rustur...; Bolşevikler hâkimiyete gelmeden önce vaatlerde bulunmuşlardı ve Lenin, daha anlayışlı bir siyasi lider zannediliyordu; Stalin, 1924’ten (Lenin’in ölümünden) sonra her şeyi eline geçirmeğe başladı; SSCB halklarına açlıklar, acılar ve gözyaşıyla dolu bir kolhoz (kollektifleşme) dönemi yaşattı; Kırım, Almanya açısından her zaman önemli olmuş, bir cazibe merkezi niteliği taşımıştır; İkinci Dünya Savaşı sırasında (Ekim 1941’de) Almanlar Kırım’ı da işgal ettiler; Kırım Türkleri SSCB’den ayrılıp Almanya’ya birleşecek değillerdi; SSCB Kırım’da özel bir uygulama yapıp intikamcı davrandı ve Kırım Türklerinin Almanlarla işbirliği yaptığını bahane ederek onları kendi vatanlarından topyekün sürdü... Dr. Milyausha Gaynanova’nın bildiri başlığı “İsmail Bey Gaspıralı’nın Sadri Maksudi’nin Dünya Görüşü Üzerindeki Etkisi” idi. Dr. Gaynanova, Sadri Maksudi Arsal ile Gaspıralı arasındaki ilk görüşmenin 1898 yılında gerçekleştiğini belirtti. Sadri Maksudi 1902-1906 yıllarında Sorbonna Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Rusya Devlet Duması’nda milletvekili olarak görev yaptığı sırada da Gaspıralı ile ilişkilerini kesmemiştir. Bu iki şahıs Rusya’daki Müslüman Kongreleri’nde de görüşmüş, fikir alış verişinde bulunmuşlardır... Yrd. Doç. Dr. Gökhan Eşel “İsmail Bey Gaspıralı’nın Çağdaşı Bir Hukukçu: Abdüssettar Kırımî” başlıklı bildirisinde ana hatlarıyla şunlardan söz etti: Abdüssettar Kırımî, Osmanlı devletinde medenî hukukun yazarlarından biri olmuştur; 1836 yılında Kırım’da doğmuştur; Babası ünlü bir müderristir; Osmanlı devletinde eğitimini tamamladıktan sonra Kayseri’ye gönderilmiştir; 15 Kasım 1859 tarihinde İstanbul’a dönmüştür; Üç sene boyunca Darülmuallimîn’de okumuştur; Sonra Mecidiye’ye (Romanya’ya) gönderilmiştir; En son Mekke’ye atanmış, görevi başına giderken yolda vefat etmiştir (1887); Abdüsettar Kırımî’nin, ulaşabildiğimiz altı eseri bulunmaktadır. Prof. Dr. Ufuk Tavkul’un “İsmail Bey Gaspıralı’nın Yolunda Kafkasyalı Bir Aydın - İsmail Akbay: İlk Karaçay-Malkar Türkçesi Alfabe ve Okuma Kitabının Yazarı” başlıklı bildirisini, kendisi kongreye katılamadığı için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden öğrencisi Dilek Demirci okudu. Bu bildiriden aldığım bazı notlar şöyledir: İsmail Akbay, 1877’de Karaçay’ın Ogari Teberdi köyünde doğmuştur; Babası, bölgede tanınan bir din alimidir; Ünlü Abusüfyan Akayev ise İsmail Akbay’ın dayısıdır; İsmail Akbay, şu anda Kabardin-Balkar sınırları içinde bulunan Bashan’da din eğitimi almış, imam olmuştur. Kendisine Çokuna Efendi yani Topal İmam denmektedir; Dinî konulardan daha çok Karaçay-Malkar Türklerinin dil, kültür, tarih ve halk edebiyatına ilgi gösteren Akbay, 1914 yılında imamlığı bırakmıştır; O, Karaçay-Malkar Türkçesinde yayımlanan ilk Arap harfli kitabın yazarıdır; İsmail Akbay, yaşadığı yıllarda olup bitenleri yakından takip etmiş, Tercüman gazetesinin okurlarından olmuştur; Gaspıralı’ya 17 Nisan 1906 tarihli bir mektup yazmıştır; İ. Akbay ana dilinde şiirler de yazmış, ünlü Rus şairi Krılov’un şiirlerini Karaçay-Malkar Türkçesine çevirmiştir; 1916 yılında Tiflis’te Ana Tili kitabını yayımlamıştır ki bu kitap, Karaçay-Malkar Türklerinin ilk kitabı sayılmaktadır; İsmail Akbay, 1930’lu yılların sonunda kurşuna dizilmiştir; İsmail Akbay, Gaspıralı’nın usul-i cedit okulları programını kendi vatanında da uygulamak istemiştir; 1897’de Karaçay Malkarlar arasında okuma yazma bilenlerin sayısı %4.5 kadardır; Sovyet döneminin ilk yıllarında ise okullarda okuyan Karaçay-Malkarlardan olan öğrenci sayısı toplam 480’dir; İsmail Akbay’ın Ana Tili kitabı Gaspıralı’nın usul-i cedit programını Karaçay-Malkar topraklarında uygulamak için yazılmış bir ders kitabıdır. Sayfa Sonu Sekizinci Oturum (Oturum Başkanı: Mehmet Kâmil Berse) (16 Mayıs 2015 / Haliç Kongre Merkezi Konferans Salonu) Oturum Başkanı Mehmet Kâmil Berse (Dünya Kırım Türkleri – Dersaadet Kültür Platformu Başkanı) konuşmacıları davet ederek Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi’nin son oturumunu başlattı. Prof. Dr. Diliara Usmanova “Rusya İmparatorluğu Devlet Duması’ndaki Müslüman Grubu ve İsmayıl Bey Gaspıralı” başlıklı bildirisini sundu. Bu bildiri sırasında aldığımız notlar şöyledir: Slayt gösterileri ile de sunumunu görselleştiren Usmanova, 1906’da Rusya Birinci Devlet Duması’nda (Rusya Parlamentosu’nda) bulunan Müslüman milletvekillerinin resmini gösterdi; 21 Haziran 1906’da Topçubaşov başkanlığında ilk Müslüman grup toplantısı yapıldı; Ali Merdan Bey Topçubaşov bu grubun en önde gelen milletvekillerinden biri ve Sol Kadetçiler’in Bakü temsilcisi idi; 08 Temmuz 1906’da feshedilen bu Duma’da 25 Müslüman milletvekili bulunmaktaydı (resimlerini gösteriyor); Müslüman grubunun son toplantısı 10 Temmuz’da Topçubaşov başkanlığında yapıldı; 16-21 Ağustos 1906’da Nijni Novgorod’da Müslüman Kurultayı düzenlendiı; Merkez Komite Başkanı Azerbaycanlı Topçubaşov, sekreterleri Yusuf Akçura (Tatar), S. G. Canturin (Kazak) seçildi; Burada alınan kararla Rusya İkinci Devlet Duması’na Müslüman grubun daimi temsilcileri olarak Topçubaşov (Başkan), A. İbrahimov ve F. Kerimov (üyeler) seçildiler; Bu kişilerin hepsi Gaspıralı İsmail Bey’in yakın arkadaşları idi ve Gaspıralı, Tercüman gazetesinde onların Dua’daki faaliyetleri hakkında haberler, yazılar yayımlıyordu; Bu kişiler farklı siyasi görüşlere sahip olmalarına rağmen liberal bir kişilik olan Gaspıralı’ya büyük saygı gösteriyorlardı; 2 Mayıs 1908’de Bahçesaray’da Tercüman gazetesinin 25 yılı kutlanırken Gaspıralı’nın önerisiyle binlerce kişi Alimerdan Bey Topçubaşov’un sağlığı için dualar ediyordu; Son zamanlarda Viktor Gankeviç önemli belgelere ulaşmış ve bu konularda değerli yayınlar yapmıştır ki onun bu konudaki görüşlerine biz de katılıyoruz... Doç. Dr. Svetlana Kerimova’nın (Prof. Dr. İsmail Kerim’in eşi) bildiri konusu “İsmail Bey Gaspıralı’nın Hikâyeciliği” idi. Svetlana Hanım da bildiri metninin nasıl olsa yayımlanacağını söyleyerek Gaspıralı’nın hastalığını ünlü Kırım-Tatar aydını, gazetecisi, Gaspıralı’nın vefatından sonra Rıfat Bey Gaspırinski (İ. Gaspıralı’nın oğlu) ile birlikte Tercüman’ı yayımlayan Hasan Sabri Ayvazov’un Tercüman gazetesinde neşredilen yazısından naklen aktardı. Gaspıralı’nın yedi maddelik vasiyetini de okuyan Kerimova, İsmail Bey’in vefatını, defin merasimini de yine o yazılardan ve Prof. Dr. İsmail Asan-oglu Kerim’in Gasprinskiynin ‘Canlı’ Tarixi 1883-1914 kitabından (Akmescit, Tarpan Yay., 1999, ss. 269-288) hareketle anlattı.Sayfa Sonu Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi’nin son bildirisini Doç. Dr. Cavid Qasımov sundu. Qasımov’un bildiri konusu “Azerbaycan Basınında İsmail Bey Gaspıralı’nın Vefatı” idi. Cavid Bey’in konuşması sırasında aldığımız notlar şunlardır:5 Azerbaycan, Gaspıralı İsmail Bey’in mefkûresini izleyen yerlerden biri olmuştur; Gaspıralı’nın vefat ettiği sırada çıkan gazetelerin hepsini inceleyemedik fakat Kaspi, İkbal, Sedâ-yı Hak, Basiret, Dirilik gazetesi ve Molla Nasreddin dergisinde bu konu üzerine yazılmış yazılar bulunmaktadır; Gaspıralı, bütün matbuatın siyasileştiği bir dönemde ölümüyle herkesi üzmüştü; Gaspıralı’nın vefatı üzerine yazı yazan kişiler arasında Alimerdan Bey Topçubaşı, Mehmet Emin Resulzade, Ömer Faik Nemanzade, Ceyhun Hacıbeyli vd. bulunmaktadır; Ceyhun Hacıbeyli’nin [Cey Dağıstanî’nin] iki yazısı Kaspi gazetesinin 204. (1914) ve 227 (1914) sayılarında yayımlanmıştır (Bkz. A. Kengerli, age, s. 195-197; 198-199) A. Topçubaşı’nın Rusça yazısı da Kaspi’nin aynı sayısındadır (Bkz. A. Kengerli, age, s. 181-184); Dr. Neriman Nerimanov’un Gaspıralının vefatı üzerine yazısı Basiret gazetesinde yayımlanmıştı (Bkz. A. Kengerli, age, s. 178-179); Firidun Bey Köçerli’nin İkbal gazetesinde (Sayı 749, 1914) yayımlanan yazısı, Gaspıralı’nın vefatı üzerine yazılmış en pessimist yazı niteliğindedir (Bkz. A. Kengerli, age,s. 185-190) (C. Qasımov bu yazıdan örnekler okuyor); Ali Abbas Müznib, Dirilik dergisinde Gaspıralı’nın vefatı üzerine bir manzume yazmıştı (Bkz. A. Kengerli, age, s. 254-255); Şefika Hanım Efendizade, İkbal gazetesinin 750 (1914) sayısında “Rehberimiz İsmail Bey ve Gadınlarımız” başlıklı bir yazı yazmıştır (Bkz. A. Kengerli, age, s. 209-210; Ünlü şair Hüseyin Cavid, Sedâ-yı Hak’ta bu ölüm münasebetiyle 50 beytlik bir şiir yazmış, Gaspıralı’nın ölümünü Şiilerin altıncı imamı Cafer-i Sadık’ın ölümüyle kıyaslamıştır (Bkz. A. Kengerli, age, s. 251-252); Molla Nesreddin dergisi de Gaspıralı’nın vefatı üzerine yazı yayımlamıştır. Cavid Bey’in bu konuşmasıyla birlikte Kongre’nin tüm bildirileri (belirttiklerimiz hariç) sunulmuş ve tamamlanmış oldu. Son oturumun başkanı ve Kongre Düzenleme Kurulu Eş-Başkanı Mehmet Kâmil Berse özetle şunları söyledi: Gaspıralı, şerefle taşıdığı milli bayrağı ve 35 yıl boyunca çıkardığı Tercüman gazetesini bizlere emanet etti; İsmail Bey Gaspıralı, 63 yıl yaşamış nadir şahsiyetlerden biridir...; Bir kişinin varlığı, onun yokluğunda anlaşılır... Sayfa Sonu Devletlerarası Kırım, Sürgün ve İsmail Bey Gaspıralı Kongresi Değerlendirme Oturumu (İki gün boyunca devam eden Kongrenin sekiz oturumuna başkanlık yapan kişiler –Prof. Dr. Celal Erbay; Ydr. Doç. Dr. Ahmet Koçak; Yrd. Doç. Dr. Recep Çelik; Prof. Dr. Tasin Cemil; Doç. Dr. İbrahim Maraş; Prof. Dr. Ali Arslan; Mehmet Kâmil Berse- kürsüye davet edildiler. Değerlendirme Oturumu’nda söz alan kişilerin konuşmalarından satır başları. Prof. Dr. Celal Erbay: İki günden beri geçmişe kulak verdik, kulaklarımızla gönlümüz arasındaki köprüyü tesis ettik. Ey gönül, sen taşıdığın o ümitle geleceğe baktın. Ümitsizlik bizim işimiz değildir... Bakü’yü gezdim, can Azerbaycan’da kardeşlerimizle buluştum, aynı duygularıtaşımakta olduğumuzu gördüm; İki gündür Kırım’ı konuşuyor, Kırım’la ilgili birbirinden gzel bildiriler dinliyoruz. Kırım, Türk Dünyasının merkezi olan Dersaadet’le hep irtibat hâlinde olmuş; Biz bir bütünü, her birimiz bu bütünün birer parçalarıyız; İbn Haldun’u hatırlamak zorundayız, der ki ‘tarım toplumlarının iki tür hayvanı vardır; çiftçi küçükleri yer, büyükleri ise biner; Kırım, yüzyıllardan beri bu hayat tarzını benimsemiştir; Kırım 2014’te ilhak edildi. Rusya’nın bu yaptıkları hiçbir hukuğa sığmaz; Sen 1780’lerde burayı işgal et, Rus mujiklerini bu topraklara iskan et, yerli insanları yerinden yurdundan çıkar, nüfus çoğunluğuna sahip ol, sonra da hukuk dışı bir referandum yap, ‘Çoğunluk Rusya’ya birleşmek istiyor de!..” Kırımlı kardeşlerim, siz de evlat sayınızı en az dörde beşe yükseltin, sandık sonuçlarını onların yüzüne çırpın... Yrd. Doç. Dr. Ahmet Koçak: Bu kongrenin temel konusu 1944 Kırım Sürgünü idi; Şimdi Kırım’a geri dönen Türklerin yerleşme politikası konusunda sıkıntılar var; Biz burada sarsıcı ve acı bir Kırım gerçeğiyle karşılaştık - Zera Bekirova, 11 nüfuslu bir aileden hayatta kalan tek kişi... Yrd. Doç. Dr. Recep Çelik: İki gündür ‘göç’, ‘sürgün’, ‘diaspora’ üzerine konuşmalar dinledik; Kırım’dan Romanya’ya göçler; Dobruca, Mecidiye kasabası; Romanya’da Kırımlı göçmenlerden oluşan Mecidiye kasabasının Osmanlı devleti tarafından kurulması, Osmanlı’nın Kırım Müslümanlarına sahip çıktığını gösteriyor; Diaspora kültürünün yeniden üretilmesi önemli; Bu kongreye Kırım derneklerinin ve STK örgütlerinin katılmaması üzücüdür; İsrail, Ermeni diasporalarının nasıl çalıştıklarını örnek alabiliriz; Prof. Dr. Tasin Cemil: Bu toplantının ilmi seviyesi gayet yüksekti; Organizatörlere ve tüm katılımcılara teşekkür ederiz; Altıncı oturumda göç ve kadın hakları konuları işlendi. Aslında ise 1780-1944 arasında Kırım’dan göç değil, sürgün olmuştur; Yani nüfus hareketleri, göçten sürgüne dönüşmüştür; Unutmamalıyız ki göçe maruz kalanlar değil, onları kovanlar, sürenler suçludur; Kadın haklarına gelince – Altınorda’da kadınlar, hanların yanında otururlardı ve erkeklerle eşit haklara sahiplerdi; İsmail Bey Gaspıralı gibi aydınların kararlı mücadelesi sonucunda kadınlara, kızlara büyük haklar tanındı. Kırım ve Azerbaycan’da onlar için okullar açıldı; 1917’de Bahçesaray’daki kurultayda kadınlara eşit haklar verilmiştir; Kırımlılar, şimdiye kadar Türk-Tatar olarak kalabilmelerini Osmanlı’ya borçludurlar; Türkiye Cumhuriyeti, her bir Tatara sahip çıkıyorsa Tatarlar buna emin olmalıdır. Osmanlı gibi TC de onları korumalıdır. Türkiye ile bağlantı kurmak, irtibatı kesmemek tüm Tatarlar için önemlidir... Doç. Dr. İbrahim Maraş: Biz 1915’te başımıza bela olan bir toplumu tehcir ettik, şimdi soykırımla suçlanıyoruz; 1944 Sürgünü ise gerçek bir soykırımdır zira Kırım Tatarlarının %46’sı bu olay nedeniyle yok olmuştur; Binlerce yıl önce topraklarını terk eden ve İkinci Dünya Savaşı sırasında soykırıma maruz kalan Yahudiler tüm dünyadaki Yahudi algısı üzerine bir sürgün ve soykırım felsefesi oluşturdular. Bu sürgün ve soykırım felsefesinin temelinde yeniden diriliş vardır; Biz de sürgünün felsefesini yapmalı, onun faciasından diriliş çıkarmalıyız; Bilindiği üzere 19. asır – Haçlı seferleri asrıdır. Biz bu asırdaki uyanış hareketlerinde yer alan, bu hareketlere katkı koyan ve iştirak edenlere yeniden ulaşmalıyız; Modernleşme hareketinde e dış Türklerin büyük rolü olmuştur; Rusya’dan gelen araştırmacılar, İsmail bey Gaspıralı ile ilgili çok sayıda bilinmeyen belgelerin olduğunu ortaya koydular; Aslında bir İsmail Gaspıralı Kütüphanesi kurulabilir; İsmail Bey Gaspıralı’nın yanında uyanışın öncüleri olan diğer aydınları (Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura, Abdülkadir İnan, Sadri Maksudi Arsal...) da tanıtan büyük bir kongre yapılmalıdır; Onların ortak şuura nasıl ulaştıklarını öğrenmeliyiz... Prof. Dr. Ali Arslan: Öncelikle bu etkinliğe katkı koyan her kese teşekkürler; Yakın tarihe baktığımızda iki üç neslin devamlı birikimi gelmişken, İkinci Dünya Savaşı bu nesilleri biçti; SSCB’nin çöküşünden sonra Batı da çöküyor. Bizim kaderimiz yeniden doğuyor; Hep birlik ilkesi ile yola çıkan İsmail Bey Gaspıralı’nın İstanbul’da değil, Mısır’da (Kahire’de) mutemer yapması (Kongre) yapması tesadüf mü? Birlik ülküsünü savunanlar “Sol gözü sağ göze muin (yardımcı) eyle”yi iyi bilirler; Gelecek toplantımızı Eylül sonunda Romanya’da yapacağız. Tasin Cemil Hocama bize ev sahipliği yapacakları için şimdiden teşekürler... Mehmet Kâmil Berse: Öncelikle hepinize –sabredenlere, sabredemeyenlere teşeşekkür ediyoruz; Tüm organizatörlere teşekkür ediyoruz; Bu salonları dolduramadığımız için hepinizden özür diliyorum; Bu akşam Kırım sürgünün anma programımızda telgrafları da okuyacağız; Kırım Türklerinin başına getirilenler büyük bir insanlık ayıbı ve soykırımdır ama Rahmetli Cengiz Dağcı’nın söylediği gibi “Güçlü olacaksın, direneceksin, var olacaksın!” Kırım’da yaşayan eli ayağı öpülesi Prof. Dr. Ayşe Seyitmuradova adlı bir kadın var – 85 yaşında, sürgünü görmüş bir kadın. O, 50 bin Tatara müracaat etti. “Dilimi, dinimi kaybetmedikçe senden korkmuyorum Rusya, Ukrayna...” dedi. Onun ellerinden öpüyorum... Biz gerçeklerimizi küllendirmeyelim, üfleyelim ki yansın ama bağrımızı yakmasın... Yönetmen Ömer Beyoğlu’nun ÖLÜME GİDEN TREN – 18 Mayıs 1944 Kırım Sürgünü Belgeselini gözyaşlarına boğularak izliyoruz... Çekim ekibi Kırım’ın işgal edileceğini biliyormuş gibi tüm Kırım’ı dolaşmış, özellikle 1944 sürgününü gören yaşlı insanları bulmuş, onları konuşturmuş... İzzet Hayitov, Vade Abdişeva, Seyit Hasan Hasanov... belgeselde yer alan, mikrofon tutulan yüzlerce kişiden sadece birkaçı... Herkesi geren, gözyaşlarına boğan belgeseli izledikçe kısa aralar veriliyor. Bu aralarda değerli Mehmet Kâmil Berse Hoca’nın titreyen sesiyle kısa konuşmaları... M. K. Berse ortamın ruhuna uygun olarak Necip Fazıl’ın “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader / Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider... ” mısralarını söylüyor... Bekir Sıtkı Çobanzade’nin “Ezan sesi biyaklarga kelalmay, / Tatlı, tatlı yüregime tiyalmay... (Ezan sesi bu taraflara gelemiyor, / Tatlı tatlı yüreğime değemiyor) mısralarını fısıldıyor. 1552’de Kazan’ı işgal eden Korkunç İvan’ın “İstanbul’un intıkamını aldım!” sözlerini hatırlatıyor. Cengiz Dağcı’nın “Güçlü olacaksın, karşı duracaksın, dayanacaksın, ölmeyeceksin...” sözlerini tekrarlıyor. Numan Çelebi Cihan’dan söz ediyor, “1783’ten beri Kırım’da göç yok, hep sürgün var...” gerçeğini aktarıyor. Ruslar, Sivastopol’un kuruluş tarihini 1784 yazılmış... Hayır, orası 2500 yıldan beri Türk toprağıdır... Bu sürgün bir soykırımdır... Çok duyguluyum, biraz daha konuşursam karşınızda ağlamaya başlarım... Kırım’ın her noktasına selam olsun... 18 Mayıs 1944 – Ölüme Giden Tren belgeselinin devamını izliyoruz... Belgesele ara verilince bu kez de Prof. Dr. Ali Arslan söz alıyor: Ben daha akılcı konuşacağım... Bu bir sürgündür; Prof. Arslan Kıpçakların cezalandııldığı tarihleri hatırlatıyor; Bu tarihlerin, Rusların önündeki engellerin kaldırılması tarihlerine tekabül ettiğini söylüyor; Unutmayalım ki 1783 – Rusun bölgeye geldiği ve Osmanlı’nın bölgeden çıktığı tarhtir; Kırım – kuzeyin kapısıdır; 1944 sürgünü – kuzey kapısının temizlenmesidir; Zalim bahane üretmek isterse onu kolayca yapar; Hitler’in Yahudilere yaptığı bir soykırımdır; Peki, Rusların 1944’te yaptıkları bir soykırım değil midir?; 18 Mayıs 1944’te mağdurlara 15 dakika süre verildiği için niyet kötüdür; Bir grubun topyekün hedef alınması, hedef haline getirilmesi söz konusudur...; Zaiyat mı – var, kayıt tutulmamış, hiçbir şeyin kaydı yok...; Herkes Sovyet hükümetinin varislerinden tazminat talebinde bulunmalıdır; Toplama kampları var, tazminat şartları da hazırdır; Ben bir tarihçi olarak 18 Mayıs 1944’ün bir soykırım olduğuna inanıyorum; Avdet – yeni bir dönemin başlangıcıdır.. Sabırla çalışıp Vatan Kırım’a dönüşler sağlanmalıdır... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül’ün konuşmasından satır başları: Evet, Ölüme Giden Tren belgeselinin hep birlikte izledik... Bu kara trenler bize her zaman sıkıntı getiriyor... Kırımlılar uzunca ve onurlu mücadeleden sonra 1990’larda yeniden vatana dönmeğe başladılar; Maalesef 2014’te bir oldu bitti referandumuyla yeniden zulme uğradılar; Burada Mustafa Cemiloğlu ve Rıfat Çıbarov’u saygıyla selamlıyorum; Maalesef yabancı diplomatlar bu meseleyi sinsice erteliyorlar; Biz bunları Gürcistan’da -Ahıska’yı ziyaret ederken dile getirdik; Gürcülere dedik ki, Kırımlılar geri dönünce Ukrayna davasına sahip çıktılar. Siz de kötü duruma düşebilirsiniz ve bu durumda Ahıska Türkleri de sizin davaya sahip çıkarlar; Ermeni meselesiyle ilgili Bin Yıllık Komşumuz ve Bir Asırlık Mesele adlı bir kitap çıkardık; Biz sözlü tarih çalışmalarına çok önem veriyoruz. Bu konularla ilgili belgeseller, filmler yapılmalıdır; Hakan Kırımlı yönetiminde Kırım Tatar Kültürel Envanteri çalışması yaptık. İyi ki yapmışız... Bir gün durum değiştiğinde bu çalışmalar tapu senedi gibi olacaktır; Biz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanılığı olarak 700 Kırımlı öğrenciye burs verdik; Almanya Değerlendirme Raporu da hazırlanmalıdır çünkü son 13 yılda Almanya’da yaklaşık 300 cami yakıldı; Biz yanlış yapmamalı, yanlışlara tepki göstermeliyiz; Ardahan’da yılda bir kez Ahıska Çalıştayı düzenliyoruz; Kırım sürgünü sırasında ve bu sürgünden dolayı ölenlere Allahtan rahmet diliyorum. İnşallah bir daha böyle acılar yaşamayız; Şu anda 200 yıllık bir açığımız var ve bu açığı kapatmak için çok çalışıyoruz; Türkiye’nin en dar sınırları siyasi sınırlarıdır... Sonuca değil, sürece odaklanalım... İki gün , iki ayrı mekanda gün boyu geç saatlere kadar devam eden kongre, yurt dışı ve yurt içinden gelen akademisyen ve kültür insanlarının kalıcı, kaliteli , özgün tebliğ ve konuşmalarının gerçekleştiği bir toplantı olarak hafızalara yerleşti. Programda sunulan tebliğler Kitap halinde yayınlanacağını öğrendiğimizde çok mutlu olduk…Teşekkürler Dersaadet Kültür Platformu, Teşekkürler Dünya Kırım Türkleri Kültür ve İktisadi İşbirliği Derneği, Teşekkürler Mehmet Kamil Berse… 


Saygılarımla, Nazım Muradov



0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen konuyla alakalı yorumlar yapın. Kırımın Sesi