Saat
sabah beş. Yarı uyur yarı uyanık bir halde, hüzün mutluluk arasında bir yerde
Akmescit tren istasyonunda bizi Herson havaalanına götürecek minibüsü
bekliyoruz. Elimde koca bir bavul, içimde bavula sığmayacak hatıralar... Nişanlım
Elvinamdan ve güzel Vatan Kırım'dan ayrılmama yaklaşık 10 saat var. Mıhlamak
istiyorum saati olduğu yere.
Minibüs
beklediğimiz saatten biraz geç varıyor istasyona. Yüklüyoruz bavulu. Fakat
arabada bize oturacak yer kalmıyor. Hemen başka bir araba çağırılıyor. Biz sırt
çantalarımızı alıp o arabaya geçiyoruz. Bavulumuz kalıyor. Biraz
endişeleniyorum. Şoför merak etmememizi bavulun Herson'da bize teslim
edileceğini söylüyor.
Sadece biz ve şoför varız koca minibüste.
Felaket sallanıyoruz yol boyunca. Aklım diğer arabadaki bavulda. Tarak tamgalı bir sürü hediyelik eşya ve
Kırımla ilgili kitaplar var içinde. Bir
kaç kitap sırt çantamda. Elvina'nın bana Harkiv'den aldığı geçen seneki Euromeydan
olaylarını anlatan Maidan kitabı ise ne olur ne olmaz diye bavulun en alt
kısımlarında.
İlerliyoruz. Herson'a yakın bir yerde bir teyze daha
biniyor minibüse. Teyze onu minibüse
bindiren kişiye "sağliknen kalnız" diye seslenince gülümsüyoruz
Elvina ile. Biraz sonra ayrılacak
olmamızın üzüntüsü biraz olsun dağılıyor.
Rus
sınırına varıyoruz. Girişte yaşadığım dostça karşılamadan aldığım cesaretle pek
stresli değilim. Fakat bu kez askerler daha sinirli görünüyor. Minibüsten
iniyoruz. Minibüs askerler tarafından aranıyor. Bir asker yanımıza geliyor.
Rusça bir şeyler söylüyor bana. Elvina benim Rusça bilmediğimi söylüyor.
Diyalogda geçen Turuk kelimesinden benim Türk olduğumu söylediğini de
anlıyorum. Tekrar bana dönüyor asker.
-Viza?
İngilizce
olarak Türklere Rusya Federasyonuna girişte vize gerekmediğini söylüyorum
anladığından hiç emin olmayarak. Yüzüme bakıyor.
-Sööti,
sööti deyz!
-Yes
thirty days. No visa!
Sonra
çantamı açmamı söylüyor Elvina aracılığyla. İnceliyor. Çantamdaki Cengiz
Dağcı'nın O Topraklar Bizimdi kitabını çıkarıp soruyor.
-Şto
eta?
Ne
olacak brat, eta kniga diyesim geliyor ama susuyorum. Elvina kitabın neyle
ilgili olduğunu açıklıyor. Sonra Elvina'dan çantasını açmasını istiyor. Hemen
hemen her şeyi inceliyor ve her şeyle ilgili bir soru soruyor asker, pek dost
canlısı olmayan bir tavırla. Bavulumu düşünürken Maidan kitabımı çantama
koymadığıma şükrediyorum içimden.
Kontrol
bitip Rus sınırından geçince Elvina bana askerin kendisine, çantasında gördüğü
ders notlarının neyle alakalı olduğunu, ne okuduğunu, Kırımtatar olduğunu ve
Kırımtatar dili ve edebiyatı okuduğunu öğrenince de 18 Mayısta anma gününe izin
verilmediği için ne düşündüğünü ve ne yapacaklarını sorduğunu söylüyor.
Bavulumla
ilgili endişeleniyorum. En çok da Maidan kitabını görmelerinden çekiniyorum.
Fakat bavulumun sağ salim geldiğini görünce rahatlıyorum. Başka bir minibüse
binip ilerliyoruz. Minibüsün önündeki tarak tamgalı bayrağı görünce iyice
keyifleniyorum.
Ukrayna
sınırında tekrar duruyoruz. Sınır görevlileri sigara molasına çıktığı için epey
bir süre bekliyoruz büronun önünde. En sonunda geliyor Ruslan isimli Ukraynalı
sınır görevlisi. Laubali bir tavırla hallediyor işlemleri. Sıra bana gelince
yüzünü buruşturarak bir şeyler soruyor bana.
Tercümanım Elvina hemen giriyor devreye sorun hallediliyor.
Pasaportumdaki giriş çıkış kısımlarını kontrol edince keyfi yerine geliyor
askerin. Elime bir kağıt tutuşturup bitiriyor işlemi. Kağıdı sınırdan
ayrılırken bekleyen askere uzatıyorum. Kibar
bir şekilde geçmemizi işaret ediyor. Rusça Spasiba yerine Ukraynaca Dyakuyu
diyorum Ruslan'a hiç benzemeyen askere. Gülümsüyor.
-Budlaska!
Minibüse
geçip yola devam ediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra varıyoruz Herson
havaalanına uçuştan epey önce bir vakitte.
İçeri geçip oturuyoruz. Karnımız felaket aç. Nereden yiyecek bulabiliriz diye düşünmeye
başlıyoruz. Herson'a ilk geldiğim gün de
gördüğüm Rusça konuşan Afrikalı bir yolcu bana tuvalete gideceğini söyleyip
bavullarına bir iki dakika göz kulak olmamı rica ediyor. Dönüşte de aynı şeyi
ben ondan rica edip Elvina ile yiyecek bir şeyler bulma umuduyla havaalanının
üst katındaki cafe görünümlü yere geçiyoruz. Çoğunda domuz eti olan yiyecekler
arasında yenilebilecek bir şeyler ararken gördüğüm yazı karşısında sevinçten
haykıracak gibi oluyorum. Чебурек! Yani çibörek karşımda duruyor! Hemen
siparişimizi verip yemeye koyuluyoruz. Akmescitte bir Kırımtatar restoranında
yediğim çiböreğe yakından uzaktan benzemese de karnımızı doyuruyor şimdilik.
Saatlerce
bekledikten sonra ayrılık vakti geliyor. Boğazıma bir taş gelip oturuyor sanki.
O kocaman gözlerine zor bakıyorum Elvinamın. O şirin aksanıyla "uzulmeee"
diyor bana. Bir kaç ay sonra evleneceğimizi her şeyin güzel olacağını söylüyor
dolu gözleriyle. Sonsuza kadar sarılmak
istercesine vedalaşıp geçiyorum kontrol kısmına.
Eldivenli
bir görevli karşılıyor beni. Bana
sürekli komutlar veriyor fakat hiçbirini anlamıyorum. Ben anlamadıkça komutu
vücut dili ile anlatmak yerine sürekli aynı biçimde tekrarlıyor.
Sinirleniyorum.
-Ya
ni panimayu pa ruski!
Rusça
bilmediğimi ifraz eden bu cümlemden sonra komutları el işaretine dönüyor.
Kontrole başlıyor. Saç diplerimden neredeyse iç çamaşırıma kadar didik didik
kontrol ediyor beni eldivenli elleriyle. Bir şey dememek için zor tutuyorum
kendimi. En sonunda salıyor beni. Sinirli bir şekilde soruyorum.
-Vse
dobre?
-Da,
davay!
Bavulumu
verip pasaportuma çıkış mührünü vurdurduktan sonra geçiyorum bekleme odasına.
Kulağımda Okean Elzy 'nin Vstavay şarkısı elimde fotoğraf makinem parmağımda
tarak tamgalı nişan yüzüğüm ile Ukraynadaki son saatlerimi geçiriyorum Elvinamı
orada bırakmış olmanın hüznüyle. Bir buçuk saat sonra bir görevli elimizdeki
giriş kartlarını toplayıp bizi uçağa yönlendiriyor. Hüzünlü bir şekilde biniyorum
uçağa. Koltuğuma gelince yanımda oturacak kişinin bizi Herson'a getiren
minibüse sonradan binen Kırımtatar teyze olduğunu görünce gülümsüyorum.
Başlıyoruz tatlı bir muhabbete. Bana minibüsteyken yanımda oturan kızı yani
Elvina'yı soruyor. Nişanlandığımızı ve
hikayemizi duyunca çok mutlu oluyor. Sürekli iyi dileklerini iletiyor
bana. Yol boyunca muhabbet ediyoruz.
Atatürk havaalanındaki pasaport kontrolüne varıncaya kadar devam ediyor
muhabbetimiz. O yabancılar kısmına geçiyor ben Türk vatandaşları kısmına.
Vedalaşırken Samsundaki adresimi veriyorum kendisine. Yine uzun uzun iyi
dileklerini iletiyor bana. Sarılıyor.
-Sağliknen
kalnız! Pek selam aytınız.
-Aleyküm
Selam. Sağliknen kalnız.
Geçiyorum
pasaport sınırına. Çok kısa bir sürede hallediliyor işlem. Giriş yapıyorum
vatanıma, gönlüm diğer vatanım Kırım'da... Samsun uçağını beklerken yüzüğümdeki
tarak tamgaya bir iki damla göz yaşı düşüyor.
SAĞLİKNEN
KAL ELVİNAM. SAĞLİKNEN KAL EY KUZEL QIRIM...
0 yorum:
Yorum Gönder
Lütfen konuyla alakalı yorumlar yapın. Kırımın Sesi