SINIRLARIN ARDINDAKİ VATAN KIRIM - 3 (DÖNÜŞ)

Saat sabah beş. Yarı uyur yarı uyanık bir halde, hüzün mutluluk arasında bir yerde Akmescit tren istasyonunda bizi Herson havaalanına götürecek minibüsü bekliyoruz. Elimde koca bir bavul, içimde bavula sığmayacak hatıralar... Nişanlım Elvinamdan ve güzel Vatan Kırım'dan ayrılmama yaklaşık 10 saat var. Mıhlamak istiyorum saati olduğu yere.
Minibüs beklediğimiz saatten biraz geç varıyor istasyona. Yüklüyoruz bavulu. Fakat arabada bize oturacak yer kalmıyor. Hemen başka bir araba çağırılıyor. Biz sırt çantalarımızı alıp o arabaya geçiyoruz. Bavulumuz kalıyor. Biraz endişeleniyorum. Şoför merak etmememizi bavulun Herson'da bize teslim edileceğini söylüyor.
 Sadece biz ve şoför varız koca minibüste. Felaket sallanıyoruz yol boyunca. Aklım diğer arabadaki bavulda.  Tarak tamgalı bir sürü hediyelik eşya ve Kırımla ilgili kitaplar var içinde.  Bir kaç kitap sırt çantamda. Elvina'nın bana Harkiv'den aldığı geçen seneki Euromeydan olaylarını anlatan Maidan kitabı ise ne olur ne olmaz diye bavulun en alt kısımlarında.
İlerliyoruz.  Herson'a yakın bir yerde bir teyze daha biniyor minibüse.  Teyze onu minibüse bindiren kişiye "sağliknen kalnız" diye seslenince gülümsüyoruz Elvina ile.  Biraz sonra ayrılacak olmamızın üzüntüsü biraz olsun dağılıyor.
Rus sınırına varıyoruz. Girişte yaşadığım dostça karşılamadan aldığım cesaretle pek stresli değilim. Fakat bu kez askerler daha sinirli görünüyor. Minibüsten iniyoruz. Minibüs askerler tarafından aranıyor. Bir asker yanımıza geliyor. Rusça bir şeyler söylüyor bana. Elvina benim Rusça bilmediğimi söylüyor. Diyalogda geçen Turuk kelimesinden benim Türk olduğumu söylediğini de anlıyorum. Tekrar bana dönüyor asker.
-Viza?
İngilizce olarak Türklere Rusya Federasyonuna girişte vize gerekmediğini söylüyorum anladığından hiç emin olmayarak. Yüzüme bakıyor.
-Sööti, sööti deyz!
-Yes thirty days. No visa!
Sonra çantamı açmamı söylüyor Elvina aracılığyla. İnceliyor. Çantamdaki Cengiz Dağcı'nın O Topraklar Bizimdi kitabını çıkarıp soruyor.
-Şto eta?
Ne olacak brat, eta kniga diyesim geliyor ama susuyorum. Elvina kitabın neyle ilgili olduğunu açıklıyor. Sonra Elvina'dan çantasını açmasını istiyor. Hemen hemen her şeyi inceliyor ve her şeyle ilgili bir soru soruyor asker, pek dost canlısı olmayan bir tavırla. Bavulumu düşünürken Maidan kitabımı çantama koymadığıma şükrediyorum içimden.
Kontrol bitip Rus sınırından geçince Elvina bana askerin kendisine, çantasında gördüğü ders notlarının neyle alakalı olduğunu, ne okuduğunu, Kırımtatar olduğunu ve Kırımtatar dili ve edebiyatı okuduğunu öğrenince de 18 Mayısta anma gününe izin verilmediği için ne düşündüğünü ve ne yapacaklarını sorduğunu söylüyor.
Bavulumla ilgili endişeleniyorum. En çok da Maidan kitabını görmelerinden çekiniyorum. Fakat bavulumun sağ salim geldiğini görünce rahatlıyorum. Başka bir minibüse binip ilerliyoruz. Minibüsün önündeki tarak tamgalı bayrağı görünce iyice keyifleniyorum.
Ukrayna sınırında tekrar duruyoruz. Sınır görevlileri sigara molasına çıktığı için epey bir süre bekliyoruz büronun önünde. En sonunda geliyor Ruslan isimli Ukraynalı sınır görevlisi. Laubali bir tavırla hallediyor işlemleri. Sıra bana gelince yüzünü buruşturarak bir şeyler soruyor bana.  Tercümanım Elvina hemen giriyor devreye sorun hallediliyor. Pasaportumdaki giriş çıkış kısımlarını kontrol edince keyfi yerine geliyor askerin. Elime bir kağıt tutuşturup bitiriyor işlemi. Kağıdı sınırdan ayrılırken bekleyen askere uzatıyorum.  Kibar bir şekilde geçmemizi işaret ediyor. Rusça Spasiba yerine Ukraynaca Dyakuyu diyorum Ruslan'a hiç benzemeyen askere. Gülümsüyor.
-Budlaska!
Minibüse geçip yola devam ediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra varıyoruz Herson havaalanına uçuştan epey önce bir vakitte.  İçeri geçip oturuyoruz. Karnımız felaket aç.  Nereden yiyecek bulabiliriz diye düşünmeye başlıyoruz.  Herson'a ilk geldiğim gün de gördüğüm Rusça konuşan Afrikalı bir yolcu bana tuvalete gideceğini söyleyip bavullarına bir iki dakika göz kulak olmamı rica ediyor. Dönüşte de aynı şeyi ben ondan rica edip Elvina ile yiyecek bir şeyler bulma umuduyla havaalanının üst katındaki cafe görünümlü yere geçiyoruz. Çoğunda domuz eti olan yiyecekler arasında yenilebilecek bir şeyler ararken gördüğüm yazı karşısında sevinçten haykıracak gibi oluyorum. Чебурек! Yani çibörek karşımda duruyor! Hemen siparişimizi verip yemeye koyuluyoruz. Akmescitte bir Kırımtatar restoranında yediğim çiböreğe yakından uzaktan benzemese de karnımızı doyuruyor şimdilik.
Saatlerce bekledikten sonra ayrılık vakti geliyor. Boğazıma bir taş gelip oturuyor sanki. O kocaman gözlerine zor bakıyorum Elvinamın. O şirin aksanıyla "uzulmeee" diyor bana. Bir kaç ay sonra evleneceğimizi her şeyin güzel olacağını söylüyor dolu gözleriyle.  Sonsuza kadar sarılmak istercesine vedalaşıp geçiyorum kontrol kısmına.
Eldivenli bir görevli karşılıyor beni.  Bana sürekli komutlar veriyor fakat hiçbirini anlamıyorum. Ben anlamadıkça komutu vücut dili ile anlatmak yerine sürekli aynı biçimde tekrarlıyor. Sinirleniyorum.
-Ya ni panimayu pa ruski!
Rusça bilmediğimi ifraz eden bu cümlemden sonra komutları el işaretine dönüyor. Kontrole başlıyor. Saç diplerimden neredeyse iç çamaşırıma kadar didik didik kontrol ediyor beni eldivenli elleriyle. Bir şey dememek için zor tutuyorum kendimi. En sonunda salıyor beni. Sinirli bir şekilde soruyorum.
-Vse dobre?
-Da, davay!
Bavulumu verip pasaportuma çıkış mührünü vurdurduktan sonra geçiyorum bekleme odasına. Kulağımda Okean Elzy 'nin Vstavay şarkısı elimde fotoğraf makinem parmağımda tarak tamgalı nişan yüzüğüm ile Ukraynadaki son saatlerimi geçiriyorum Elvinamı orada bırakmış olmanın hüznüyle. Bir buçuk saat sonra bir görevli elimizdeki giriş kartlarını toplayıp bizi uçağa yönlendiriyor. Hüzünlü bir şekilde biniyorum uçağa. Koltuğuma gelince yanımda oturacak kişinin bizi Herson'a getiren minibüse sonradan binen Kırımtatar teyze olduğunu görünce gülümsüyorum. Başlıyoruz tatlı bir muhabbete. Bana minibüsteyken yanımda oturan kızı yani Elvina'yı soruyor.  Nişanlandığımızı ve hikayemizi duyunca çok mutlu oluyor. Sürekli iyi dileklerini iletiyor bana.  Yol boyunca muhabbet ediyoruz. Atatürk havaalanındaki pasaport kontrolüne varıncaya kadar devam ediyor muhabbetimiz. O yabancılar kısmına geçiyor ben Türk vatandaşları kısmına. Vedalaşırken Samsundaki adresimi veriyorum kendisine. Yine uzun uzun iyi dileklerini iletiyor bana. Sarılıyor.
-Sağliknen kalnız! Pek selam aytınız.
-Aleyküm Selam. Sağliknen kalnız.
Geçiyorum pasaport sınırına. Çok kısa bir sürede hallediliyor işlem. Giriş yapıyorum vatanıma, gönlüm diğer vatanım Kırım'da... Samsun uçağını beklerken yüzüğümdeki tarak tamgaya bir iki damla göz yaşı düşüyor.
SAĞLİKNEN KAL ELVİNAM. SAĞLİKNEN KAL EY KUZEL QIRIM... 


0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen konuyla alakalı yorumlar yapın. Kırımın Sesi